Ben sanırdım aşk ki cevher, ebediyen müstakîm,
Lâkin bildim ki vefâ, ehline mahsus bir kelîm.
Ben bir rüzgâr-ı serbâz, sen lotus sandım goncayı,
Meğer zakkum imişsin, içtikçe harâm kıldı duayı.
Derd ü hicrân, bende misâk, bende yâdigâr-ı eski,
Sen git, şemsi' mü'mininle yan, ben kalayım gecemde meçhûli meskî.
Halin ince, tebessümün zehir,
Sözün şeker, lakin rûhun fakîr,
Zîrâ aşk dediğin şâyân, ehline mihmân-ı tengri.
Al senin mukadderâtın, o mukaddes bildiğin satırları ve mushafları,
Al ondan gelen ne varsa,
Zira ben ne kendimi inkâr ederim,
Ne de sâdık gönlümü zelîl kılarım.
Ben ki aklın ve idrâkin ferzânesi,
Âlem-i zâhiri görüp sezdânesi.
Ben ki zihnimin cenneti ve cehennemi,
Fikrimin yangınına su, hem zemzemi.
Ben mi yusuf idim, yoksa sen mi ferâgat?
Var git şimdi, kalb-i münkesirim ardında kalacak.
Sen yolunu seçtin, bir cennet hülyâsında,
Varsın, mânâsız bir âlemde mâmur olasın.
Zihnimin mihverine sığdıramadım bu hicâbını,
Gâhi îmân, gâhi nifâk ile bükülmez aşk.
Şimdi gûya saadet mi buldun o serâb u râya?
Olmayanınla ferdine bağlan, nefsini ara.
Ben ki küfrümle dahi Hakk’a senden daha yakın dururum,
Çünkü ben, hakikati kevser kılmayan bir akıl ile,
Ona ulaşan bir kalp taşırım, senin ise kaybolan bir arzu.
Benim aşkım zamanın ötesinde bir sırdır.
Sen ise zamâneye yenik bir zî-hayât...
Haydi git, bul kendine bir dîn-i sofist,
Ben ki aşkın ve hakîkatin tâ kendisiyim.
ves-selâm...
Yorumlar
Yorum Gönder